5 Kasım 2014 Çarşamba

***FUCK OFF*** BİR SONBAHAR KLASİĞİ



Uefa hakemlerine diyor ki "sahadaki yıldız futbolcuları koruyun. Ronaldo'ya, Messi'ye önüne gelen tekme atamasın. Zaten kıvrak adamlar, faul yapılmaya açıklar. Vuranın yanında değil, yıldızların yanında olun."

Bunu derken "Yıldızlar sakatlanırsa Real Madrid'in parasına yazık olur, Barcelona şampiyon olamaz aman ha" diye demiyor. Futbolun değerini koruyabilmek için diyor. Çünkü futbolun omurgasını düzende bu adamlar oluşturuyor. 

Gelelim Türkiye'ye, son 3-4 senedir Beşiktaş yaş ortalaması rakiplerine göre en genç takım. Genç adamlarla bir şeyler yapmaya uğraşıyor. Belirli bir noktaya kadar da bunu başarabildi diyebiliriz. İskeletinin en önemli iki adamından birisi 22 yaşında, diğeri 21. Defansı 19, orta sahaları 25 yaşında. İki senede bu çocuklar milli takım seviyesine çıkarıldılar. Kulüp sıfırı tüketmişken, yardım almadan, bin türlü itiraza, dalaveraya karşı durarak kendi stadını kendi imkanlarıyla yapmaya çabalıyor. Bütün bunları ekonomik olarak dibe batırılmış bir durumda yapmaya çalıştığını yineliyorum. 

Herkesin dilinde ne olacak bu Türkiye'deki futbol düzeni lafları dolaşırken kimse çıkıp büyük resimden bahsetmiyor. Herkes kafasına göre merceği bir yere tutmuş kendi türküsünü söylüyor. Türkiye futbolu için en parlak adımları atmaya çabalayan kulübü ise yerden yere vurmaktan geri durmuyorlar. Türkiye futbolunun omurgası (ki olacaksa bir gün) bu ve bunun gibi yapıların verdiği ürünlerden ortaya çıkacakken, yok etmek için elimizden geleni yapıyoruz. 

Son üç senedir, bin türlü badire atlatan, genç adamların üzerine titreyen kulüp ne hikmetse her sezonun ilk derbisinde kamyon çarpmışa dönüyor. Kılıflar hazır, genç takım, tecrübesiz takım. Artık hakemler de konuşulmuyor, konuşturulmuyor. Bir de konuşmaya çalışan başkan yöneticiler "ama efendiliğinizi kaybederseniz, Beşiktaş kaybeder" diyerek sindirilmeye çalışılıyor. Arsenal'den, Tothenam'dan, Feyenoord'dan korkmayan takım, Fenerbahçe'den korkuyor? Uefa değerlerine gözü gibi bakıyorken, sen geleceğini sindirmek için elinden geleni yapıyorsun. Sırf sermaye uğruna, parası-nüfuzu çok olanın hatırına! 

3 sene önce Burak Yılmaz'ın oscar'lık penaltısı, geçen sene ne idüğü belirsiz olaylarla alınan cezalar, bu sene de malumunuz olaylar ile 3. sezonda da ilk derbi maçında Beşiktaş bir ton sopa yedi. Hep olduğu gibi "Hakem görmemiş olabilir, verse bir şey diyemezsin" denilenlerin ne hikmetse hepsinin Beşiktaş aleyhine etki etmesiyle, yine yeniden takım darmaduman edildi. 

Ağızlarında sakızları da hazır, Balıkesir maçında da Ersan'a kırmızı kart verilmedi... Caner'i de Eskişehir maçında hakem oyundan attı. Büyük resim artık parçalandı güzel kardeşim. Komiklik yapmanın sırası değil.

Omurga kurmaya çalışan Türk futbolunun ilk işi Beşiktaş'a ve muadillerine sahip çıkmak olmalıdır. İlk tökezleyeceği anı beklemeyip arkasından çelme çakmak değil. 

Bir fuck off tartışmasıdır gidiyor. Yaşanan olayları "fuck off" üzerinden tartışmaya açan güruh yine Beşiktaş'a olanları bir kenara itiyor. 

"E takım tecrübesiz, zaten başarması çok zor" bir bırakın da görelim! İlk derbide sopalarla girişmeyin de neler olacak bir kez izleyelim. "Nasıl olsa lobisi zayıf, nasıl olsa tecrübesiz, sopayı gösterdin mi nasıl olsa toparlayamaz" denerek vuruyorlar odunu. Ama biz ne yapıyoruz "Fuck off küfür mü değil mi" yi tartışıyoruz. "Yeter kardeşim" diyen başkanı "ama geçen hafta Töre'ye sahip çıktınız" diyerek sindirmeye çalışıyoruz. Standartsızlığın savunması bu mudur? Yönettiğiniz algıların bir gün tükürüğünde boğulacaksınız.  

Statlar neden dolmuyor diye her gün televizyonda ağlayan, federasyonu göreve çağıran adamların bir tanesi çıkıp "bu işi bu hale siyasiler getirdi, koca sene aleyhine bağırdığınız adamlar artık statlarda taraftarı istemiyor," diyemiyor. Aksine bir sürü adam taraftarı suçluyor. Biz de çıkıp bu boktan düzen içinde standartsızlık var diye hayıflanıyoruz. Yok standartsızlık falan, körler sağırlar düğün yapıyor.

Yazıktır, günahtır efendiler; EMRE'NİN ÇOCUĞU ETKİLENİYOR.           

14 Ağustos 2014 Perşembe

Başımız Sağolsun


Bir gün oğlum olursa, "Sen Beşiktaşlı olacaksın oğlum" diyemem, demem.
İsterim ki önce O'nu tanısın.
Bir gün futbolun ne olduğunu anlamaya başladığında "taraftarlık budur oğlum" diyemem, demem.
İsterim ki taraftar olmayı O'nun rozet taktıklarından öğrensin.
Bir gün "Beşiktaş'lı oldum baba ben" diye gelirse "Beşiktaşlılık duruşu budur oğlum" diyemem, demem.
İsterim ki Beşiktaşlılığı O'nun yaptıklarından öğrensin.
Bir gün oğlum olursa.
İsterim ki elbette Beşiktaşlı olsun....
.....Biz anlatsak masal olur, hikaye olur.
Bir gün oğlum olursa adı SEBA olsun.
Eşek değilse adının geldiği adamı oturup okusun.

21 Temmuz 2014 Pazartesi

Getirdiği Rengarenk Çiçekleri Solan Adam

Beşiktaş böyledir. Gün gelir bayram sevinci yaşayan çocuk yapar insanı, gün gelir 80 yaşında yorgun bir dede. Yine çocukluğundaki bayram sevinçlerini özleyen dede kıyafeti tutuşturdu elimize sağ olsun. 

Geçen sene bu zamanlar bi umudun ışığı olmuştu Önder Özen. Tanrı mı parçacığıydı, parçacığın mı tanrısıydı bilemiyorum ama Önder Özen Beşiktaş'ı genel kalıpların dışına itebilmek için Beşiktaş'taydı. Katılmıyordu, bu çarkı yıkacağından bahsediyordu ve bunların hepsini bir temele oturtuyordu. Ne medyanın goygoyuna, ne "param olduğu için ben burdayımcılarının" egolarına ve nüfuzlarına takılmadı. Çünkü çözümün kavgadan değil dönüşmekten/dönüştürmekten geçtiğini biliyordu. Kulaklarını kapadı, bildiğini yapmak için çabaladı. 

Başkan Orman'ın Özen'in istifasının hemen ardından kameralar karşısına geçip "takımda istemediğim oyuncular var, Toraman'ın dönmesini istiyorum, Sezer'i satmam" demelerinin derinine inmiyorum ama her fırsatta Özen'in tamamen arkasındayım mesajının mesajdan ibaret olduğunu gözümüze soktu. 

Önder Özen'in iddiası şuydu; Beşiktaş buranın 1 numarası olacak. Yetiştirdikleriyle, hocasıyla, projesiyle bir döneme damga vuracak. Ve bütün bunları ekonomik bir krizden hatta iflasın eşiğinden dönerek yapacaktı. Avrupa da hatta Dünya da bu işin nasıl çevrildiğini birebir yerinde gidip inceledi. Leverkusen'in rejenerasyon odasından, Brezilya'daki oyuncu piyasasına, Avrupa'daki feeder kulübünden, jira eğitimine, seçtiği teknik direktörün çalışma alanından, kiralanarak gidecek oyuncunun gittiği takımdaki takım arkadaşlarına kadar inceledi. Başarıya gidecek yolda çalmadığı kapı, incelemediği alan kaldığına kendi söylese ben inanmam aklının bi yerinden geçirmiştir çünkü. Önder Özen çok çalıştı. Yıprandı da belki. Ama o başarabileceğini düşündü, şu sikko düzende bir şeyleri düzeltebileceğine inandı. 

Bugün diyorlar ki Toraman geri dönecekmiş, futbol direktörü Sergen Yalçın mı olsunmuş yoksa Sinan Engin mi? 

Bu ülkede sistemin Beşiktaş'a biçtiği bir rol vardır. Galatsaray, Fenerbahçe yarışır, Beşiktaş aradan sıyrılır. 5 yılda bir? 7? 8? Beşiktaş 2003'teki şaşalı 100. yılla birlikte bir kısım paralının para sayma makinesi haline geldi. 

Başkanın zihniyeti şu; Stat bittiğinde Fenerbahçe ile Galatasaray ile olan gelir farkımız kapanacak, hatta önlerine geçeceğiz?? Sonra gelsin transferler, dolayısı ile başarı. Bi kere stat kapasitemiz hem Fenerbahçe'den hem Galatasaray'dan daha az. Biletlerimiz, kombinelerimiz daha ucuz. Başarıyı getirecek olan oradan gelecek para ise sen yine o ikili arasında 3. olmak zorundasın. Orada yine Önder Özen ve zihniyeti Beşiktaş'ı kurtarmak için ortaya çıkacak. Ama biz yine görmeden anlayamayacağımız için planları gelecek bi tarihe ötelemekten başka bir çare bulamadık. 

Gelecek başarılar, yıldızlarla arttırılacak kombine/bilet fiyatları zannediliyor ki, bizi Fenerbahçe, Galatasaray seviyesine taşıyacak. Beşiktaş yönetimi taraftarının ya farkında değil ya da bugünkü/dünkü taraftar profilinin acilen değişmesi gerektiği fikrinde. Parasız adamın stat'ta ne işi var? Bu model Beşiktaş'ı Fenerbahçe ve Galatasaray'ın arkasına itmeye mahkum edecektir. Beşiktaş kulübü, belirli tribünlerinin askari ücretin üstüne çıkarılamayacağı ve bununla övünen bir kulüp olabilirse bir gün stadı bittiğinde, o zaman başarabileceğini görecektir. Ruhsal bir yaptırım etrafında kenetlenemedikçe Beşiktaş kulübünün başarabilmesi çok zor. 

Bütün bunlar görülerek Önder Özen projesine başlanabilseydi geleceğimiz çok daha parlak olabilirdi. Şimdi tek amaç stadı bitirmek, orayı bir yazar kasaya dönüştürmek. 

Beşiktaş'ı neden bırakmamalı? Hala bunlar savunulabiliyor olduğu için. Yoksa Toramanlı, Sinan Enginli, Demirörenli başarı gelse ne yazar gelmese ne yazar. Bizim işimiz beklemek, beklerken kaçan trenleri saymak. 

Biz yersiz ümitlere dolanıp, acaba bu sefer? derken muhtemelen ömrümüz bu saçma düzenin içine sıkışıp kalacak. Beşiktaş hayatımıza Dem katmaktan başka bir şey yapacağa benzemiyor. Önder Özen'in gittiği gün geldiğin için seni de hiç sevemeyeceğim kara çocuk Dem BABA. Bana hep onun gidişini hatırlatıyor olacaksın. Dolayısıyla sevemediğim Beşiktaş'ı.

Önder hocanın bir röportajında "Beşiktaş taraftarına hangi şarkıyla seslenmek istersiniz?" sorusuna verdiği cevapla kapatmak isterim yazıyı. Yolun açık olsun hocam. Bize imkansızı hayal ettirdin. 

  

14 Nisan 2014 Pazartesi

Liverpool, Yaş ve Yapılanma



Liverpool'un bu sene mevcut kadro yapısıyla Premier Ligin tepesinde bulunması gerçek bir başarı hikayesi. Şampiyon olmabilmesi hala zor gözükse bile, Chelsea, M.City gibi rakipleriyle dişe diş böyle kanlı bir savaşa kalkışabiliyor olması bir çok şeyin başarılmış olduğunun göstergesi. Brendan Rodgers'ın Liverpool'un başına getirilmesinin en büyük sebebi Swansea'yi  Championship'ten alıp Premier Lig'e taşıması değildi. Bu başarı onun kendini kanıtlaması için önemli bir fırsattı. Reading'te genç takım çalıştırarak kariyerine başlayan Rodgers potansiyeliyle 2006'da Jose Mourinho'nun dikkatini çekmişti bile. 2006'da Mourinho tarafından Chelsea altyapısı gibi önemli bir yapının hocalığına, 2 sene sonra da Chelsea Reserve takımın başına getirilmişti. Bu arada kendisini geliştirebilmek için uzun süre İspanya'da çeşitli metotlarda antrenör eğitimi kurslarına katıldığını biliyoruz.

Bugün Liverpool'un geldiği noktada Rodgers'ın sadece teknik taktik konularda iyi olması değil gençlerle çalışabilme, mental koçluk, oyuncu yetiştirme gibi birçok konuda nitelikli olmasının önemli bir etkisi var. Dün oynanan M.City maçında sahaya çıkan takımın yaş ortalaması 25. (19) Sterling, (21) Coutinho, (24) Sturridge, (23) Henderson, (21) Flanagan gibi oyunculardan aldığı verim, bu oyuncularla şampiyonluğa yürüyebiliyor olmasının en büyük sebebi teknik heyet ve doğru yapılanma. 



Sahada oynayan oyuncuların 19-20 yaşından daha çok 30'larına yaklaşmış olgun oyuncular gibi top oynuyor olabilmesi, o olgunluğu sahada gösterebiliyor olmaları gerçek bir mühendislik işi. Bu durumu sadece iyi konsantrasyon, hedefe kilitlenme olarak açıklayamayız. Sterling'in attığı goldeki soğuk kanlılığı ülkemizde değil 19 yaşında oyuncuların, kariyerinin en yüksek seviyesine ulaşmış yıldızların bile gösterebilmesi zor, hele ki böyle bir maçta. Nasıl oluyor da, 19 yaşında bir çocuk, bu seviyeye yükseltilebiliyor. Bunun doğuştan gelen bir meziyet olduğunu söyleyemiyorum, çünkü kendisi de öyle olmadığını, ne kadar çok çalıştığını anlatıyor. (bkz. http://www.liverpoolfc.com/news/latest-news/161144-i-ve-been-working-on-situations-like-that )

Gençlere en fazla şans veren takım olan Beşiktaş'ta bile 19 yaşındaki Muhammed'e, 20 yaşında Kerim Frei'ye burun kıvrılıyor. Seviyeleri sahaya çıkacak kadar yükseltilemiyorsa, burada önemli bir problem var demektir. Premier Lig'de ilk 11 başlayarak 90 dakika oynayabilen Kerim Frei'nin koca sezonda bulduğu şans toplamda 90 dakika etmiyor. Yetersiz olduğunun düşünüldüğü açık. Bir çok maçta bölgesinde oynayabilecek kimse olmamasına rağmen oynatılmadı. Son 2 sezondur, ilk haftadan son 5-6 haftaya kadar şampiyonluk kovalamaktan gençler takıma adapte edilemiyor. 2 sezondur kötü planlama sebebiyle Türkiye Kupasının takım için en önemli kısmı (gruplar) kaçırılıyor. Kupa alınır alınmaz mühim değil fakat gençlerin oynatılabileceği maç sayısının arttırılması Beşiktaş gibi takımlar için önemli olmalıyken, gruplara bir türlü kalıp fazladan o 6 maçı bir türlü oynayamıyoruz. Frei'e ligde güvenemiyoruz, fakat onu oynatabileceğimiz fazladan 6 maçı bir türlü yaratamıyoruz. O hafta ligi kaybet, o gruplara kalacağın maçı kaybetme! Ama hayır, sürekli şampiyonluk kovalıyoruz, halbuki taraftarın beklentisinin minimum olduğu sezonlar geçiriyoruz. Kaldı ki o grup maçlarına kalınsa bu kez de kupayı almak hedef olacak gençler yine fırsat bulamayacaklar! Oğuzhan dahil ekmeğini taştan çıkartarak anca formayı alabiliyor. Frei'nin durumunu görünce 2 genç oyuncumuzun (Töre, Oğuzhan) maksimum performansları sayesinde sahaya çıkabildiklerini düşünmeye başlıyorum. Franco bile takımdaki yokluk ve fırsatı iyi değerlendirmesi sayesinde bugün bu durumda. Biliç'in bu konulara biraz daha fazla kafa yorması gerektiğini düşünmeden edemiyorum. 



Konu biraz dallanıp budaklandı, Liverpool'da çok önemli bir mental koçluk faaliyeti yürütüldüğünü görebiliyoruz. Şuan dünyanın belki de en iyisi olan Suarez 24-19 yaşındaki iki gence partnerlik ediyor. Ne hatalı paslarına, ne gereksiz şut tercihlerine el-kol yapıp, trip yapmıyor. Takımdaki gençlerin mental olarak hazırlanması kadar onlarla oynayan olgun takım arkadaşlarının da bu geliştirme faaliyetine katkıda bulunduklarını düşünüyorum. Belki onlara da bu anlamda mental olarak destek veriliyor olabilir. Zaten Gerard gibi bir kaptan aurasının etkisi sorgulanamaz.  

Avrupa'da buna benzer örnekler çoğalmaya başladı. En büyük diğer bir ekol Dortmund'un gençlerle yapabildikleri ortada. Klopp, Wenger, Rogers gibi hocaların, teknik-taktik gibi temel antrenörlük meziyetleri dışında önemli başka özellikleride var. Hepsinin yoğurdu yeme şekilleri farklı fakat yaptıkları işler ortak. Başarılarındaki en önemli faktörlerden biri bence kulüp kimyasıyla uyuşuyor oluşları. (Bu anlamda Biliç'in (isyankar, duygusal) Beşiktaş ile uyumu önemli :)) Tabi kulüplerin hocaların meziyetlerinden bağımsız kendi sistemlerinin de yabana atılmaması gerekiyor.

Bu kadar genç bir takımla şampiyonluk kovalamak, bunun ötesinde "challenge" maçlarda bu kadar olgun kalabilmek müthiş bir başarı. Önümüzde ki Chealsea maçını kazanırlar mı kaybederler mi kestirmesi güç. Ama bugün geldikleri nokta tartışmasız çok önemli bir başarı. Şampiyonluk kazanmaları halinde seneye bu gençlerin ŞAMPİYON sıfatıyla sahaya çıkabilme ihtimalleri şahsen beni heyecanlandırıyor. Şampiyonluğun vereceği özgüven, tecrübe onları başka bir seviyeye taşıyacaktır. 

Umarım şampiyonluğu kazanabilirler. Gerçekten bunu hak ediyorlar.   




11 Mart 2014 Salı

Berkin Elvan Ölümsüzdür



Berkin Elvan'ın anısını yad edebilme cesaretini sırf maddi çıkarları yüzünden gösteremeyenler arasına Beşiktaş Kulübü'nün de katılmasını kınıyorum. Kulübün en büyük taraftar grubu çArşı eylem çağrısı yaparken, kulübün bu kadar basiretsiz kalıp bir taziye bile yayınlayamaması benim açımdan kabul edilebilir değil. 

Apar topar gelip, rakiplerimize yetişmemiz lazım diye ortalığı yangın yerine çevirip, ekonomik olarak bir çok kişi ve kuruma kulübün belini bağlayan yönetimin aceleci tavırlarıyla 100 yıllık çınarın geleceğini bu ekonomik bağlantılarla kurtarmaya çalışılması etik değildir. Demirören'den hesap soramayıp, bugün sırf stad yetiştirebilme gayretiyle bir taziyeyi sakınmak kulübe yakışmamaktadır.

Varsın başarılı olamasın, varsın biz göremeyelim başardığı günleri, yeter ki çocuklarımıza; taraftarıyla, oyuncusuyla, duruşuyla bütünleşmiş bir kulüp bırakabilelim, bırakabilin. Beşiktaş daha çok 100 yıl görür, Berkin Elvan gibi. İkisi de yaşlanmazlar, merak etmeyin. Bir taziyeyi ekonomik bağlantıları yüzünden sakınan bir kulüp istemiyorum. Stad mı yetişecek? Yetişmeyiversin!!! 

Baskılar ile taziyeden sakınmak Beşiktaş Kulübünün duruşu olmamalı.


Rahat uyu kartal kardeşim.

24 Şubat 2014 Pazartesi

Aykut Kocaman Katenaçyosu

1960'lı yıllarda Helenio Herrera, mucidi olmasa da "katenaçyo"yu İtalya'da öyle bir üne kavuşturmuştu ki, bu o zamanların yeni, bugünün eskimeyen, futbol sistemini başlı başına değiştiren sistemi dünyaya sundu. Hatta dönemin insanları Herrera'ya büyücü demekten geri durmadılar. Bu yeni futbol aklı o dönem İnter ile (1963-1967) 2 kez İtalya ligi şampiyonluğunu, 2 kez Şampiyon Kulüpler Kupasını kazandı ve bu kupada 3. finalini kaybederek 3. kupasını kıl payı kaçırdı!



Herrera'nın yaptığı basitti. 2 savunma oyuncusunun arkasına bir defans oyuncusu daha eklemek ve bu üçlünün önüne 1 ön libero koyarak rakibin bütün gol yollarını kapatmak temel felsefeydi. Hızlı hücuma çıkan bekler, ileride kontradan gol atabilecek bir ekip. Gol yemeyelim atarız!

Hikaye aslında basit, birçoğumuzun hatırladığı gibi Mourinho'nun İnter'in başında 50 yıl önce aynı görevde bulunan Herrera'ya selam göndererek Barcelona'yı Şampiyonlar Liginin dışında bırakmasını hepimiz hatırlıyoruz. Mourinho tabi Herrera'nın katenaçyo'sunun üzerine 50 yıl daha koyarak sürmüştü takımı sahaya. Hareketli katenaçyo. Maçın içinde Herrera'nın defans arkasına koyduğu tek savunmacı yeri geldi 4 kişi oldu, yeri geldi öndeki ön libero 4 kişi oldu. Taktik üzerine müthiş düşünülmüş, uygulanması da bir o kadar heyecanlı olmuştu. Sonrasında bir daha o kadar kompleks bir savunma izledik mi? Benim hafızamda yok.

Fiziksel ve mental olarak üst düzey bir konsantrasyon ve zindelik. Futbolcunun sahada makinalaşması! Kazanılması gereken 1 puan ya da fazlası. Ama kaybetmek yok. Kaybetmemek! "Atamadık 1 puan aldık sağlık olsun" değil "Yemedik 1 puan kazandık, aferin"...

Aykut Kocaman benim adıma Türkiye'de saha içinde bir şeyler yapmaya çalışan, saha içine kafa yoran ve düşündüklerini sahada görebildiğimiz bir teknik direktör olarak önemli bir yerdeydi. Zamanında Lucescu'nun Beşiktaş'ta oynattığı kontrollü, yememek üzerine oturttuğu sistemin Türkiye'de başarılı olması, her deneyenin ucundan kıyısından bir şeyleri başarıyor olması bir çok meslektaşı gibi Aykut Kocaman'ın da dikkatini çekmiş olacaktı ki, Fenerbahçe taraftarının alışık olmadığı bu sakin, yemeyelim atarız, 1-0 olsun bizim olsun kafası, Uefa kupası finalinin direğinden dönülmüş olmasına rağmen bir çok taraftarı tatmin etmedi.



Aykut Kocaman bir katenaçyo mutasyonu olan, Salih değil Selçuk, Alex değil Cristian diretmeleri ezber bozucuydu ve uzaktan göze hoş geliyordu. Bir antrenör bir takımın sahadaki kimyasıyla oynuyordu, başarıyordu, değişim sahada görülüyordu ve hepsinden önemlisi ezber bozucuydu. Beni Aykut Kocaman'a çeken sahadaki futbolun içine tornavida sokuyor olmasıydı, kafa yoruyordu ve değişmesi gereken şeyler olduğuna inanıyordu. Ve değiştirmekte kararlıydı. Alex gibi bir tabuyu yıkıp geçti.

Hepsi taktire değerdi. Ta ki dün akşam %100 Futbol'da izlediğimiz Aykut Kocaman'a kadar. Kocaman az önce yaptığı yapmaya çalıştığı şeyleri anlattığım kısımda aslında ince bir çizgi üzerinde yürüyordu. Katenaçyo ve türevleri modern futbolun birer bug'ıdırlar. Modern futbol karşısında tutunabilme, uzun vadede kazanma ihitimali olmayan bir sistemdir bugün. Mourinho'nun İnter'i hemen bırakıp başka bir yere gitmesinin temel sebebidir. Real Madrid' gitti demiyorum, çünkü oranın cazibesi yüzünden ayrılmadığına inanıyorum. Madrid talip olmasa da İnter başında kalmayacaktı. Başarmak için oynatmıştı, başarmıştı, daha sonrası yoktu..

Bizim gibi gelişimin tamamlayamamış liglerde katenaçyo ve türevleri, hatta tam tersi olan 6 tane atabilecek kadar forvet 5 tane yesek de problem değil kafasındaki taktikler yüksek ihtimal kazanır. Son 10-15 yıllık sürede şampiyon bu ikiliyi uygulayanlar arasında gidip gelmiştir. Sivas'ın aradan sıyrılması falan hep bu basit düzen kurgusu üzerinden gerçekleşmiştir. Bunları başarılı olarak yapmakta tabi ki bir başarıdır. Küçümsemem olası değil.  Lakin uzun dönemli başarıların bu tarz yapılanmalarla mümkün olmayacağı çok açık. Bu basit fakat önlem alınmadığı taktirde (rakibin cezasını kesmeye bilgi birikimi ve oyuncu kapasitesi yetmemesi durumu) başarılı olabiliyor. Ama uzun vadede başarı ihtimali yok.

Ben Aykut Kocaman'ın uzun dönemli bir planla Fenerbahçe'yi başka bir yere evirmeye çalıştığına inanmıştım. Bir geçiş yaşanıyordu ve Aykut Kocaman'ın kurmaya çalıştığı düzen modern futbol üzerine oturacaktı. Halbuki dün akşam gördük ki, Aykut Kocaman bilinç altı, kurmaya çalıştığı düzen uyguladığı gibi bir katenaçyo türevinden başka bir yere gitmiyormuş.



Kendimizi kandırmayalım, Barcelona, Real Madrid, Dortmund, Bayern München gibi modern futbolun zirvesini oynayan takımların başarısının sırrı sadece fiziksel güçlerinden falan geçmiyor. Pas yüzdelerine oyuncuların yetiştirilme şekillerine bakmamız gerekirken, Aykut Kocaman'ın modern futbol hedefinde geçici çözüm olan bir yemeyelim, atarızın gelişmiş versiyonuna ulaşmak varmış. Burada ince çizgi fiziksel güç. Modern futbolun getirisi fiziksel olarak güçlü olmak iken, katenaçyonun merkezinde fiziksel güç oturmaktadır.
  
Aykut Kocaman diyorki Ribery, Robben gibi teknik kanat oyuncularının koşu mesafeleri 12000 metre. Aykut hocaya 2 sene daha verilse ya da değişik nedenlerden istifa etmese daha iyi bir defans, daha iyi bir Meireles alıp koşan kanat oyuncularıyla uzun vadade başarının geleceğini inanıyormuş. Selçuk Şahin'in daha iyisi, Cristianın daha kalitelisi ve daha az gol yiyen bir defans. Maalesef Bayern'e, Arsenal'e, Barcelona'ya giden yol bu yol değil. Aykut Hoca'nın 1 numaraya yazdığı fiziksel kapasite, oyunun temelini oluşturmuyor, bir yerden sonra oyunun gerekliliği haline geliyor.

Velhasıl, Aykut Kocaman'ın kafasında kurguladığı gelecek futbolu fazla realist, fazla temkinli ve ucu kapalı bir yol. Önce oynamayı öğrenip sonra kazanmamız gerekiyor. Kocaman burada kaybetmemekten yana. Bunun üzerine bir düzen oturtulamaz. Önceliğin kaybetmemek olduğu düzenlerin bir adım sonrası nesil yetiştiremez. Geçici bir çözüm durumundan başka bir şey değildir.

Ayrıca Lig Tv'nin maç sonrasında ısrarla yayınladığı koşu mesafeleri çöpten başka birşey değil. Aykut Kocaman'ın deyimiyle "iki takımın arasında maç sonrası 10 km fark olması 1 oyuncu fazla oynamak" değildir, 10000 km fazla koşmak demektir. Bayern Münich oyunu kollektif yapısı 10000 km fazlasını gerektirir, Fenerbahçe'nin Alex'li sistemi başka bir oyun vaat eder. İddia edildiği gibi "Alex ile dev kulüplerin seviyesine yetişemeyiz" basit bir illüzyondan  başka bir şey değil. Bir taraftan doğru ama diğer taraftan gidilen yol o yönde değil.

Alex'i gönderiyorum ama koşan oyuncularla katenaçyo oynuyorum! İsyan edilen ile uygulanmaya çalışılan arasında bir fark ben göremiyorum.

Kocaman'ın temelini attığı (fizik kalitesi yüksek takım Webo,Sow,Emenike), Ersun Yanal'ın devam ettirmeye çalıştığı, yeni Fenerbahçe'nin bugün ilk yarıyı 9 puan önde kapatmasının sebebi ligimizin kalitesizliği ile alakalı bir durum. Önlem alamayan, Fenerbahçe'nin açıklarını cezalandıramayan rakipler... Bu futbolumuzu iddia edildiği gibi ileriye taşıyacak olan sistem değil, seneye tutmayacak olan sistemdir.

Aykut Kocaman iddialı bir Sivas yaratabilir, belki şampiyonda olabilir, ama uzun vadede bu düşünce yapısıyla  Avrupa da ve Ligde domine edebilecek bir takım yaratamaz. Maalesef çok ümitli olduğum Kocaman'ın geçiş döneminde oynattığı futbol gelecekte kurmaya çalışacağı düzenin temeliymiş. Daha iyi bir katenaçyo!

Tabi her şeye rağmen Aykut Kocaman'ın yaratacağı takımı görmek isterdim. Nereye evrileceğini izlemek önemli bir tecrübe olabilirdi. Keşke istifa etmesini gerektirecek şartlar oluşmasaydı, devamını görebilseydik. Ama son canlı yayında oyun üzerine anlattıkları bende pek olumlu bir intiba bırakamadı maalesef.

3 Şubat 2014 Pazartesi

Başı Kalabalık Beşiktaş - Kayseri Erciyes Maçı Sonrası

Yönetim, transfer, medya vs. derken futbol konuşmayı unuttuk. Şimdi bakınca aslında saha dışında uğraşılması gereken ne kadar çok iş varmış, ne kadar futbol dışından izliyoruz futbolu...


En azından takımı sahada görebiliyoruz, ki yakında onun olacağından da şüphelerim var. Bursaspor maçını oynayacak stad bulamayacağımızdan korkmuyor değilim. Emniyet : "Olimpiyat olmaz.", Yönetim: "Kasımpaşa stadı olmaz", şartlar : " başka stad yok". Tablo böyle olunca Bursaspor maçında ne oynayacağımızdan çok nerede oynayacağımızı, olay çıkıp çıkmayacağını falan düşünüyoruz. Her gün gazete ve internet sitelerinde çıkan tonla yalan, karalama haberini de göz ardı etmek olmuyor. Diğer tüm takımların muhabir toplamından fazla twitterda, gazetelerde, televizyonda Beşiktaş'a sallayan, karalayan muhabirimiz, habercimiz var.  Hatta scoutlarımız, kulüp içinden bildirenlerimiz falan da gayet senin benim gibi adamlar. Kulübe rapor sunan mı ararsın, kulüp içinden direk bilgilendirildiğini iddia eden mi arasın. Kulübün başı çok kalabalık. İyi niyetlisi, kötü niyetlisi kulübün bir tarafından tutmuş kendi derdine düşmüş. Durum böyle olunca, saha içini konuşmak pek mümkün olmuyor. Dolayısıyla etraf skor taraftarından geçilmiyor.

Aslında niyetim son oynanan Kayseri Erciyes maçında yeşil sahaya düşenlerle ilgili bir yazı yazmaktı, girişini kısa tutmak ancak bu kadar mümkün olabildi.

Maalesef girişi pek iç açıcı olmayacak ama takım iyiye gitmiyor. Sahada göze batanlar hoş sinyaller değil. 3-0'ı yakalamış Beşiktaş için bile işler iyi gidiyor diyemiyoruz. Bunu iki gol yiyerek maçın 3-2'ye taşınmasından bağımsız olarak söyleyebiliyoruz.

Yeni dönem futbolda bir çok takımın sıklıkla kullandığı içe kat eden, çizgiye inip orta yapmaktan ziyade yalancı koşularla alan boşaltan, ters ayakla ters kanatta oynadığı için daha fazla şut imkanı bulan ve dolayısıyla daha çok gol katkısında bulunan kanat oyuncularını sıklıkla görür olduk. Biliç'te geçen seneden kalan sağ ayaklı Olcay'ın solda, sol ayaklı G.Töre'nin sağda oynuyor olmasını kabullendi, takıma uygun olduğunu düşündü ve bu sistem üzerinde durmaya devam etti. Mantıklı olanda zaten böylesiydi. Ama bu sistem aslında göründüğü kadar basit bir düzen değil. Avrupalı birçok takım bu sistemi benimsediler. Dortmund, B.Münich, Barcelona, Arsenal, R.Madrid gibi devler hücum varyasyonlarını bu ters ayaklı adamlar üzerine kurmuş durumdalar.



Normal çizgiye inen, orta yapan kanatlarla oynamaktan farklı olarak bu sistemin sağlam, geriden bindiren, 90 dakika yorulmak bilmeyen ve ofansif yönü kuvvetli beklere ihtiyacı oluyor. Önde oynayanın boşalttığı alanı doldurup tehlike yaratabilecek, ön alanda verkaçlarla çizgiye inebilecek bekler bu sistemin olmazsa olmazları.

Bunun dışında önde oynayan bu ters ayaklıların topsuz alan hakimiyetlerinin, boş koşu yapabilme becerilerinin çizgi tipi, dibe kadar inerek orta yapmaya çalışan kanatlardan daha kuvvetli olması gerekiyor. Bununla birlikte takım hücumunun da daha hareketli, daha çok deneyen bir yapıda olması gerekiyor. Kenar çizgileri kullanan, orta yapan kanatların kullanıldığı sistemlerin takımların hücum varyasyonları daha statik olabilir, orada daha çok denenmesi gereken orta girişimleri iken, bu bahsettiğimiz düzende hem arkadan gelen beklerin oyuna dahil olması, hem de ters koşular, yalancı girişimler ile hücumu daha zengin hale getirmesi gerekiyor.

Beşiktaş aylardır bu bahsedilen oyun sistemini uygulamaya çalışmasına rağmen, topa sahip olduğu zaman dilimlerinde olması gerekenden daha statik oynuyor. Boş koşu, alan boşaltma neredeyse hiç yapmıyor. Topu ayağına almadan hareketlenen futbolcu neredeyse yok. Böyle olunca da hücuma geçtiğinde bekleyen savunmaya karşı çok kolay top kaybedip savunmaya geri dönmek zorunda kalıyor. İlk yarılarda her ne kadar bu tempoyu kaldırabiliyor olsa da ikinci yarılarda oyundan düşmeye başladığında ortaya alakasız bir takım görüntüsü çıkıyor.

Takımın beklerinin ofansif açıdan yetersiz olması (özellikle Serdar Kurtuluş) ileri uçta hücum varyasyonunun düşmesine sebep oluyor. Avrupalı takımlarda zaman zaman gördüğümüz kanatların yer değiştirmesi bile çok ağır gerçekleşityor. Hücum gerçekleşirken yapılması gereken yer değişiklikleri ancak bir sonra ki pozisyonda gerçekleşebiliyor. Bunların üzerine bir de son haftalarda Almeida'nın ilerde çakılı forvet olarak oynaması eklendi. Kanatlara gelerek, kanat oyuncuları kaçırma denemelerini sık sık denediğine şahit olduğumuz Almeida, ileride sabit forvet konumuna devşirildi. Bu da takımın hücumdaki etkinliğini bir hayli etkiledi.

Biliç yönetimindeki Beşiktaş takımının bugüne kadar gözlemlediğimiz kadarıyla sete set hücumda çizilmiş bir taktiği yok. Bireysel beceriye, rakibin konsantrasyon kaybına dayalı bir oyun sistemini benimsemek zorunda kalıyor takım. Uzun vadede denenmeyen , üzerinde çalışılmayan bu durumun sonuçları ağır olacaktır.

Biliç'in gelişime açık bir teknik direktör olması bir umut ışığı olabilir ancak şuan sahada görünenler hiç iç açıcı durmuyor.   Kağıt üzerinde görünen oyuncu profilleri ile sahaya yansıyanlar birbirini tutmuyor. Bu durumun tek açıklaması formsuzluk, beceriksizlik maalesef olamıyor.

Benim şahsen hala ümidim var ama sahada görünenler çok iç açıcı durmuyor.

16 Ocak 2014 Perşembe

Galatasaray-Fenerbahçe'ye Karşı Beşiktaş Algısını Yönetmek


Dün medyaya yansıyan Fenerbahçe'nin Caner Erkin ile ikinci yarıda sergileyeceği performansa göre sezon sonunda sözleşme yenileyeceği haberi çok dikkat çekiciydi. Fenerbahçe, takımda belki de ilk yarının en iyi performansını çıkartarak yurt dışından bir çok önemli kulübün dikkatini çekmeyi başaran oyuncusuyla sözleşme yenilemekte acele etmiyor. Futbolcuların imza attıktan sonra performanslarının düşmesi, imza arifesinde performansının artması özellikle bizim ülkemiz için olağan gerçekler.  Fenerbahçe'nin bu hareketi gayet akıllıca ve olması gerektiği gibi. İmza sonrası muhtemel bir form düşüklüğünü önlemek bir yana Caner içinde bu durum, kontrat bedelini daha da arttırabilmek için iyi bir fırsat.

Fakat malum Avrupa transfer piyasası bizim ki gibi değil. Sözleşmesinin bitmesine 6 ay kalan futbolcular başka takımlara imza atabiliyor ve sezon sonunda imza attıkları takımda kariyerlerine devam edebiliyorlar. Bunun  için kontrat yenilemeyen takımın izni de gerekmiyor. Yani bugün Caner Avrupa'dan her hangi bir takıma gelecek sezon için bedavaya imza atabilir. Bu noktada Fenerbahçe'nin aldığı risk ne kadar büyük ona bakmak gerekiyor. Türkiye de yaşanan sol bek eksikliği, daha topa değmeden astronomik ücretlere transfer edilmeye çalışılan sol ayaklılar bizim gerçekliğimiz oldu. Caner Erkin'in bu kalibrenin çok üstünde gösterdiği ilk yarı performansı Fenerbahçe'ye kattıkları ortada. Fenerbahçe'nin Caner'i Türkiye'de başka bir takıma satma durumunda kazanabileceği paranın telafuzu zor. Bugün gitse yerini doldurabilmek için harcayacağı para da aşağıya kalmaz. Bütün bu tablo karşısında Fenerbahçe'nin imzayı sezon sonuna sarkıtması büyük bir risk olması gerekirken, kamuoyunda ve taraftardaki algının hiçte o kadar büyük bir risk olmadığı yönünde. Çünkü biliyorlar ki Fenerbahçe istemedikçe Caner başka bir kulübe imza atmayacak. Bu oyuncu-kulüp, kulüp-taraftar güveni ve aidiyetini yaratan şeyin sadece paradan ibaret olmadığını biliyoruz.

Bugün Beşiktaş her hangi bir oyuncusuyla Caner-Fenerbahçe durumunda kaldığında, devre arasını sözleşme teklif etmeden geçemeyeceğini biliyoruz. Belki Olcay-Beşiktaş arasındaki benzer bir durumda farklı olabilir.

Asıl gelmek istedeğim nokta şu. Dortmund, Arsenal gibi kulüpler içinde bulundukları transfer piyasasında yetiştirdikleri futbolcuları ellerinde tutabilmekte problem yaşıyorlar. Dortmund geçen sezonun Şampiyonlar lig finalisti olmasına ve muhtemelen Bayern München kadar para teklif etmesine rağmen Lewandowski'yi elinde tutamıyor. İbrahimovic hayalleri kuran Klopp'un ilk tercihinin Lewandowski'yi elde tutabilmek olduğunu biliyoruz. Mesela Götze'nin sözleşmesine bir serbest kalma bedeli koymak zorunda kalıyorlar. Aynı şekilde Arsenal yetiştirdiği bir çok yıldızı takımda tutamıyor.

İşin vahim tarafı Dortmund'un muhteşem taraftarı ile Lewandowski-Götze gibi oyuncuların bağı hiçte yabana atılabilecek durumda değildi. Götze'ye- Lewandowski'ye yıllar sonra sorulduğunda Dortmund'u ne kadar sevdiklerinden bahsedeceklerdir mutlaka. Elbette bu durumun içerisinde takımların takım için ayırdıkları maaş bütçeleri, yapılanmaları, gelecek planlamaları önemli. Fakat burada paradan ve aidiyetten daha fazlası var. Bayern München'de-Barcelona'da-Real Madrid'te oynamak. Van Persie'nin kupa kazanmak için Arsenal'den ayrılması onun etrafında şekillendirilmeye çalışılan bir takım için ne kadar zor.

Türkiye'de buna benzer bir yapılanmaya gidilmek isteniyor. Hem medya hem futbolu yönetenler ülkenin iki büyük kulüple idame ettirilebileceğine inanacak kadar küçük futbol görüşüne sahipler. Türkiye'de henüz Avrupa'da ki bu güçsüzden beslenen güçlü takım ayrılığı çok dikkat çekici bir halde değil. Fakat gelecekte alt yapısı ve yetiştirdiği oyuncular üzerine bir sistem kurmaya çalışan Beşiktaş için önemli bir problem olacak gibi. Bu ayrılık çok fazla belirginleşmeden Beşiktaş'ın kulüp olarak hamleler yapması gerekiyor.

Doğal yapısında aidiyet hissi kuvvetli olan oyuncuların (misal Olcay) takımdan koparılması kolay iş değil. Fakat Tümer gibi işin profesyonellerini takımda tutabilmek için bir aidiyet tabanı oluşturulması şart. Tümer örneği çok doğru bir örnek olmayabilir, O'nun Fenerbahçe'ye gitmesinde kulübün kendi içinde istenmemesi gibi durumlar da mevcuttu bildiğimiz kadarıyla. Misal Gökhan Töre hamlesi bence bu zihniyetin ekmeğine yağ sürecek gibi duran bir hareket. 7.5 milyon dolara satın alma opsiyonuyla, kiraladığın 20 yaşında bir oyuncu. Oyuncu gelişip, kendini gösterse satın alabileceğin bir meblağ değil, gelişemeyip katkı sağlayamasa takıma yararı yok. Bu sezon Töre'nin parlaması hem Galatasaray'ın hem Fenerbahçe'nin ağzını sulandıracaktır. İkinci yarı takımın yıldızı olan bir Gökhan Töre'nin seneye takımda olma ihtimali yok. Ya veremeyeceğiniz meblağları ödeyip alacaksınız ya da rakiplerinize kaptıracaksınız.

Beşiktaş'ın bugün ki ekonomik yapısı Fenerbahçe'nin, Galatasaray'ın gerisinde olabilir ama potansiyel olarak Dortmund-Bayern arasındaki uçurum yok. Yarın ekonomik olarak fark kapanabilir ama algısal boşluğu doldurmak kolay olmayacaktır. Klopp geçen günkü bir basın toplantısında "yetiştirdiğimiz oyuncuları elimizde tutabilmemiz için daha çok yol kat edilmesi gerek"tiğinden bahsetti. Beşiktaş için yarın çok uğraşmamak için bugünden önlemler alınması gerekiyor.

Mesela bir kesim medya organının sürekli ortaya çıkarıp poh pohladığı "Galatasaray, Fenerbahçe artıklarını toplayan takım" imajının kasten yapıldığı ortada. Halbuki kulübün ekonomik yapısına göre Fenerbahçe'den Galatasaray'dan oyuncu alması yanlış bir durum değil. Ama bu imaj algısal kirlenmeye katkıda bulunmaktadır. Beşiktaş yönetiminin tek işi stad yapmak ya da kulübün parasını kontrol etmek değildir. Algıyı kontrol etmek, basında çıkan bu tarz ötekileştirmelere karşı koymakta en az para harcamak kadar önemlidir.  Dany ya da Yobo alınmasın demiyorum, insanların algısını düzgün yöneterek alınsın alınacaksa.

Beşiktaş'ın hedefi rakip olmak değil en büyük olmak olmalıdır. Ortaya koyduğu projeler bir döneme damga vurmalıdır. Öbür türlüsü Beşiktaş'ı bir yere taşımaz. Şamar oğlanı olmaya devam etmemek biraz da kulübün kendi ellerinde.

2 Ocak 2014 Perşembe

Ronaldinho

Öncelikle şu iki hususu belirtmekte fayda var diye düşünüyorum.
1- Ronaldinho transferi gerçekleşirse yönetimi başarılı saymam, aynı şekilde transfer edilemezse başarısız olduğunu da söyleyemem.
2-Topluca ezber kazanına düşmüş bir kalabalık var. Transferi isteyeni de, istemeyeni de aynı keseden harcıyorlar.

Bunları belirttikten sonra başlayabiliriz.

Öncelikle geçen senenin Beşiktaş için gerçek bir kayıp yılı olduğunu belirtmek gerekir. Feda sezonunda taraftar ve medya algısı belirli bir noktaya odaklanmışken, deliler gibi şampiyonluk peşinde koşmak, bu vizyonda bir teknik direktörle çalışmak bütün bunların dışında elinizde taraftar algısını değiştirebilecek bir fırsat varken yönetimin tecrübesizliği ve alelacele davranışlarıyla bu fırsatı kullanamayışı... Adına amatörce hazırlanan yönetim kadrosu mu dersiniz, yapılan tecrübesiz hamleler mi dersiniz bilemem. Almanya, İspanya, Hollanda gibi liglerde yapılanmalar radikal şekilde gerçekleşir. Sürekli aynı örnek üzerinden ilerlemek ne kadar doğru bilmiyorum fakat Dortmund Klopp'un geldiği ilk sezon altıncı, ikinci sezon ise ligi beşinci olarak tamamlıyor. Bunun gibi bir çok yapılanma örneğinde benzer neticeler alındığını görebilirsiniz.

Türkiye'de ise durum farklı. Daha önce Beşiktaş'ın 80'ler sonunda yakaladığı genç jenerasyonla gelen başarı dışında bu tarz yapılanma ile başarı neredeyse yok. Diğer büyük takımlar düştükleri ekonomik sıkıntılardan yapılanmadan ziyade ligdeki ekonomik kanun açıklığından yararlanarak dışarıdan gelen paralı başkanlar sayesinde kurtuldular. Beşiktaş'ın bu dönem uygulamaya çalıştığı yöntem hem Türkiye futbolu hem de Beşiktaş açısından çok önemli.

Avrupa ve Türkiye futbol kalitesi arasındaki uçurum bir kenara, taraftar algısı ve medya yönelimi de birbirinden çok farklı. Türkiye'de üç büyükler için ilk dört dışındaki her türlü derece başarısızlık ve daha da önemlisi kabul edilemez. Denediğiniz proje, uygulama bu gerçekliği maalesef değiştiremiyor . Beşiktaş Feda sezonunda bu algıyı yıkabilecek fırsata en çok yaklaştığı dönemden yararlanamadı. "Her zaman" olduğu gibi Beşiktaş yine "şampiyonluğa" oynamaya çalışarak fırsatı elinin tersiyle itti. Geçen sene kazanılamayan şampiyonluk, bu seneye yine şampiyonluk hedefiyle başlamış olmak, uyuyan devin (taraftar,medya) uyanması için çok çaba harcamaya gerek bırakmadı. Bunda lige dört galibiyetle başlamanın etkisi olduğunu da göz ardı edemeyiz.


Ronaldinho konusuna gelirsek bütün bunları bir araya topladığımızda ben yönetimin daha da önemlisi Önder Özen ve projesinin korkulduğu gibi yara alacağını düşünmüyorum. Türkiye'de her hangi bir işte iyi olmak istiyorsanız, iddialı olmanız en önemli unsurlardan biridir. Takımın dolu tribünlere oynaması, medyanın ve taraftarın algısını başka bir tarafa çekilebilmesi için makul bir yöntem olduğunu düşünüyorum.

Ronaldinho transferini Quaresma, Guti, Simao transferlerinden ayırabiliyor olmak gerekir. Ronaldinho transferinin kulübe yıllık maliyeti 3 milyon dolar olacağı söyleniyor. Az para değil fakat geri getirisi düşünüldüğünde (stat geliri+forma+belki başka sponsorluklar) çok büyük bir meblağ olduğu söylenemez. Bu transferin kulübe ve projeye bir kalkan olacağını düşünüyorum.

Beşiktaş bugün altyapısından futbolcu alıp takımda oynatabilecek seviyede altyapı organizasyonuna sahip değil. 25 yaş altı futbolcu grubu gelecek 4-5 sezon için iyi sinyaller veriyor. Bunun yanında Özen projesinin de en az 2-3 yıla ihtiyacı var.  Bu 2-3 yılda sadece tesisleşme, antrenör ve sportif yapı için gerekli. Bu projenin meyveleri de ancak o 2-3 sene sonunda toplanmaya başlayacaktır. Bu yüzden geçireceğimiz bu 1-2 seneyi madem 6. sırada tamamlamamıza izin yok, Ronaldinho transferi makul karşılanabilir hale geliyor.

Şu da unutulmamalıdır ki Beşiktaş'ın teknik direktörü potansiyeli olan bir aday olarak takımın başında duruyor. Veli'nin, Gökhan Töre'nin, Franco'nun, Oğuzhan'ın vs. 2 senede yaşamasını beklediğimiz dönüşüm aynı şekilde Bilic içinde geçerlidir. Bu takımın oyuncudan ziyade zamana ihtiyacı var. Ronaldinho arkada düşünülen bunca şeye odaklanmak için insanların önüne sürülen bir görsel malzeme, tribüne taraftar çekecek bir figür, takımı ipten almasıyla gençleri şevklendirecek bir lider olarak bence gayet makul bir hamle olarak duruyor.

Fakat işler tam tersine dönüp bütün bu olan bitenin de sonu olabilir.  Alınabilir bir risk mi? Bence alınması gereken bir risk. Kamuoyunda oluşan güven eksikliği, muhtemel muhalif yönetim adaylarının ağzının sulanmaya başlaması, taraftarın kışkırtılması gibi bir çok etken projenin ve yönetimin geleceği için pek iç açıcı bir yöne doğru gitmiyordu. Bu Önder Özen için önemli bir kredi olacaktır. Yemek yapabilmek için huysuzlanan çocuğun eline bir oyuncak sıkıştırmak çokta mantıksız durmuyor.

Tekrar belirtmeden bitirmek istemiyorum, Beşiktaş çok daha önemli fırsatlar yakalamasına rağmen fırsatları çeşitli sebeplerle elinden kaçırdı. Bütün bu yazı bugün kaçan fırsatlardan sonra ne yapılabilir sorusuna cevap aramaya yönelik olarak yazılmıştır. Kaçırılan fırsatların makul açıklamaları olduğunu ve telafisinin mümkün olduğunu düşünüyorum.