16 Aralık 2013 Pazartesi

Bitmez Tükenmez Can Sıkıntısı Olarak Beşiktaş


Türkiye de düzen bütün çarklarıyla çarpık işliyor. Dün gece Kasımpaşa-Beşiktaş maçında izlediğimiz herşey bozuk bir düzenin ürünüydü.

Donk Pozisyonu


Hakem hocalarının her biri pozisyon için başka başka yorumları var. Daha önce görülmüşlüğü var mı pozisyonun, kimsenin hafızasında böyle bir durum yok. Yıllardır oyuncu niyetinden bahsedenler dahi pozisyona mırın kırın ediyorlar. Sahi bu bir ekran şovu ve iyi polis-kötü polisi oynayamayınca bir tarafı hep eksik kalıyor değil mi?


Pozisyonu fotografta gördüğümüz andan önce ve sonra olarak ikiye ayırmamız gerekiyor. Sahada ikinci bir tok var ve hakem bunun farkında. Bu andan öncesi için hakemin yaptığı bir hatadan bahsedebiliriz. Hakem oyunu devam ettirdi ve malum pozisyon gerçekleşti. Pozisyonun devamında engellenen gol pozisyonunun kural kitabında yeri açık ve net. Penaltı kararı hakemin kuralları yanlış uygulaması sonucu güme gitti. 

Fotograftan önceki yaşananların hakemin yorumuyla atlanan bir faul pozisyonundan farkı yoktur. Misal hakem bir faul pozisyonunda, vermesi gereken bir faulü es geçiyor ve pozisyon devamında hakem tarafından her hangi bir kural hatası yapılıyorsa, hakemin vermediği faul hakem maç notuna etki eder. Fakat devamında yapılan kural hatası maç tekrarını gerektirir. Hakem Donk'un elindeki topu görüp oyunu devam ettirdikten sonra, o sahaya giren top olmuş, futbolcunun kenardan aldığı su şişesi olmuş, tozluğundan çıkardığı tekmelik olmuş farketmez. Kural açık. Elideki cismin topla teması elle oynama kapsamına giriyor. 

Hakemin ve federasyonun ortak bir ağızdan karşı cephe olarak oyunun daha öncesinde durdurulduğu gibi bir tezleri var. Onun da görüntülerde görüldüğü ve duyulduğu üzere bir uydurma olduğu ortada. http://s7.directupload.net/images/131215/audjmtrn.swf

Sahaya Taraftar Girmesi

Yazının bu kısmını çok fazla uzatmayacağım. Bu pozisyon net olarak maçı hükmen Beşiktaş'ın kazanmasını gerektirir. Rakip tribünden birisi atlayıp Beşiktaşlı bir futbolcuya fiziki olarak şiddet uyguluyor. Daha önce başka federasyonlar tarafından alınan emsal kararlar var. Hollanda futbol federasyonu iki sene önce Ajax-AzAlkmaar maçında sahaya giren bir taraftarın kaleciye fiziki olarak saldırmasının sonucunda maçı 3-0 AzAlkmaar lehine neticelendirmişti.

Genel olarak tartışılan sahaya atlayan taraftarın hangi takımlı olduğu, hangi tribünden atladığı vs. tamamen bir yorum hatasıdır. Burada kural hatası yine olayın başka bir yönündedir. Beşiktaşlı bir futbolcu stattaki güvenlik zafiyetinden dolayı fiziki bir tepkiye maruz kalmıştır. Maçın o an bitirilmesi gerektiği için kırmızı kartlar üzerine konuşmak bence çok mantıklı görünmüyor. Ama o pozisyonda Motta'nın direk kırmızı kart görüp, Almeida'nın ikinci sarıdan atılıyor olması trajik bir komediden daha fazlasını ifade ediyor. Birinin tekmesi daha mı yumuşaktı?

Taraftar - Medya - Yönetim

Benim için işleri çığırından çıkaran kısım burada başlıyor. Malum ülkemizde hepimiz taraftar olarak her şeye vakıfız. Stada maç izlemeye gidince maça bile müdahil olmak için can atıyoruz. Mesela sahadan alınması gereken futbolcuyu herkesten önce biz görüp, çıkarılması için müdahil olma ihtiyacı hissediyoruz.  Hatta işler kötü gittiğinde sahaya girip eksik kalan kısımları tamamlamaya çalışmaktan geri durmuyoruz! 

Fernandes'in ıslıklanması bir yere kadar anlaşılır olabilir. Çünkü taraftarın tepki gösterebileceği herhangi bir başka platform yok. Kenarda duran teknik ekibe rağmen "Fernandes dışarı" tezahüratı sınırın biraz ötesinde. Burada sorununuz Fernandes ile değil kenarda duran teknik adamla demektir. Siz bu noktadan sonra işleri biraz daha ileriye götürüp sizin adınıza korner kullanan futbolcuya işini hatırlatmaya çalışırsanız orada futbolcunun vereceği tepki meşrulaşabilir.  


Cantona karakterinde bir adama bunu yaparsanız, sonucu bu şekilde olabilir. 


Ya da Volkan Şen...

Fernandes'in tepki durumu ne boyutta olur, ben görmedim. Fakat 1000 kadar taraftarın kulübün genel planlamasına, oyununa bu boyutta müdahil olma çabası kabul edilebilir bir durum olamaz. 

Velev ki teknik direktör Fernandes'e 70 dakika sahada dolaş, 70'ten sonra tempo yapacaksın diye talimat verdi. Bunun karşılığı olarak bir futbolcunun kulüp kariyerini bitirmek midir taraftarın olayı? Sahada teknik direktörün futbolcudan istediğinin karşılığı taraftarın futbolcuya saldırması mıdır? Burada muhattap teknik direktör değil midir? Madem bu kadar kötü oynuyor, sahadan almak ya da bir daha ki maçta oynatmamak, teknik direktör insiyatifinde değil midir?

Yönetime gelince Fernandes ile taraftar arasında oluşan kopukluğun temel nedeni iletişim sıkıntısıdır. Medyada yer alan yüzlerce haberin karşılığında resmi ağızdan Fernandes ile ilgili bilgilendirme yapılmamaktadır. Bir gece hayatıdır, Fernandes'in sözleşmeyi beğenmiyor olmasıdır gidiyor. Yönetimin tek yaptığı resmi açıklama "Biz Fernandes'e teklifimizi yaptık". Bu oyuncuyu daha fazla taraftar ve medya önüne atmaktan daha öteye gidemiyor. 

Burada mesele Fernandes'in gidecek ya da kalacak olması durumu değil. Mesele daha 6 aylık sözleşmesi olan futbolcundan sezon içinde yararlanamamak, takımına sahada katkıda bulunmasını sağlayamamaktır. Medya ve taraftar önüne atılan bir futbolcunun bu kadar ötekileştirilmesi beni rahatsız ediyor. 

Medyada durum şu; ""Beşiktaş medyası" eksikliği var!"mış. Bu o kadar olağan bir şeymiş gibi biliniyor ve kabul ediliyor ki hayret etmemek elde değil. Medyanın görevi doğru, dürüst, adil bir şekilde  yaşanan olayları aktarması değil midir? Medya da lobicilik faaliyeti yürütmek ne zamandan beri kulüplerin asli görevidir? Bu kadar ahlaksız bir pişkinlikle bu düzenini evlerimize kadar sokuluyor olması yetmedi mi? Sürekli onurdan, gururdan, tarafsızlıktan bahseden şaklabanları izlemekten sıkılmadık mı? 

Dün akşam ki olanlar her hangi bir başka takıma yapılmış olsa maçın tekrarını bırakın, hükmen galibiyet+ maç tekrarıyla 6 puana kadar giderdi işin ucu. Göz göre göre bir kitleyi bu kadar itilip kakmak, bu kadar ötekileştirmek ve bunun "onurlu", "şerefli" adamlar aracılığıyla sunulması sizi hiç rahatsız etmiyor mu?

Türkiye de futbol artık sahne şovunun da ötesine geçti. Ne dekor kaldı, ne perde. Kulise kadar her yer görünüyor.    

20 Şubat 2013 Çarşamba

Mehmet Demirkol



Algıya dokunmak diye bişey vardır, özellikle bizim gibi ülkelerde yaygın olarak kullanılır. başbakanından, bakanına, televizyoncusuna herkesin kullandığı bir yöntem. Bu dokunuş olan biteni kendi isteği doğrultusunda, kendi inandıkları faydasına; karşısındaki insanların algısını değiştirerek yaşatmaya çabalamaktır. Aynı zamanda algıya dokunmak insan beynine yapılan en büyük hakarettir.

Bu konuda bir sürü örnek verilebilir. Madem konumuz spor Rıdvan Dilmen'den bahsedelim. Rıdvan Dilmen kusursuz bir algı belirleyicisidir. Kendi kalesine gol atan bir futbolcunun skoru belirlediği bir maçtan sonra algıyı istediği yere odaklayabilir. Kendi kalesine gol atan futbolcu hakkında yapacağı 15 dakikalık konuşma izleyen büyük bir kesimin algısını o noktaya toplar. İnsanlar haftalarca o noktayı tartışabilir. Ya da kendi kalesine gol atan futbolcudan 1 dakika bahsedip kazanan takımdan 15 dakika bahsetmesi kazanan takım algısını bambaşka bir yere taşıyabilir. Bu maçı yorumlamak değildir, maçın algılanışını belirlemektir.

Bizim gibi ülkelerde algı cambazlığı bir numaralı meslektir. Muhtemelen Rıdvan Dilmen'e de etrafındakiler çok yetenekli bir tv yüzü olduğunu falan söylüyorlardır. Aldığı o tepkilerin asıl sebebi işte bu algıya dokunma yeteneğinden kaynaklanıyor. Çünkü doğal bir "istediğini algılatabilme" yeteneği var kendisinin. Ve insanlar bu durumdan çok memnun.

Fenerbahçe düşmanı falan değilim ha yanlış algılanmasın. Sadece var olan bir düzenden bahsediyorum.

Gelelim sadede. Mehmet Demirkol'u uzun zamandan beri takip ediyorum. Fuat Akdağ ile yaptıkları programın nerden nereye geldiğinin de canlı bir izleyicisi oldum. Mehmet Demirkol'un son 1-2 senedir, bu algı konusu üzerine aydırılıdığını ve bu konuda kendisini geliştirmeye çalıştığını düşünüyorum. Muhtemelen kendisi gelecekte o kanalın başında olacak kişi olarak kafalarda tasarlanıyor. Ve gerçek anlamda algıya dokunamayacak birinin bunu tam anlamıyla başaramayacağı hem kendisi, hem de etraftakiler tarafından biliniyor.

Lig tv'nin yıllardır yaptığının, Ntv spor'un yapmaya çalıştığının yeni bayrak taşıyanı olmak için kendisi de çok niyetli gözüküyor. Çünkü insan algısını, insan tepkisini yönetmek bu işin böyle toplumlarda para kazanmasını sağlar. Ve bunu sağlayanlar parayı kazanan ve kazandıranlar olurlar.

Geçen haftalardaki sercan-milli takım dokunuşu başarsız bir girişimdi misal, belki de başarılı. Zaman ile göreceğiz mesela. Mcgregor'a altın bidonu vermek, "nerden vursalar yiyor" diyerek, tebessümle birlikte oraya bir çentik atmak aslında ne kadar gerçek futbol yorumcusunun yapmayacağı bir iş. Ya Mehmet Demirkol futboldan anlamıyor ya da bu işte bir hinlik var. Zaten tartışmada burdan sonra başlıyor. "Hayır efendim o kaleci o golü yerse bidondaasatadgrtdhf.........................................."

Algı yönlendirme, tepki doğurma, olacakları şekillendirmeye çalışma böyle toplumların mühendislik işleridir.

Mehmet Demirkol'un gerçekten iyi bir futbol yorumcusundan, saçma sapan bir algı dokunucusuna evrilmesinden ben çok rahatsızım. Başkalarının algısına dokunmaktan evvel, kendi algısına dokunulduğunun umarım farkındadır. "Benim geleceğim basit bir spor yazarı olmak değil daha büyük meziyetlerim var" yanılgısı içerisine sürüklenmesi çok acı.

Mehmet Demirkol gibi zeki adamlar ile bu ülke 30 sene daha kimin nerde yanlış yaptığını arar durur televizyonlarda bu gidişle. Aynı tas aynı hamam yuvarlanır gider bu iş.

29 Ocak 2013 Salı

Batuhan Karadeniz

26.08.2012Beşiktaş3 - 3Galatasaray35
01.09.2012Karabükspor0 - 3Beşiktaş68
17.09.2012Beşiktaş3 - 0Elazığspor46
22.09.2012Gaziantepspor3 - 2Beşiktaş4
01.10.2012Beşiktaş0 - 1Sivasspor22
21.10.2012Beşiktaş1 - 1Trabzonspor46
26.10.2012Kasımpaşa1 - 3Beşiktaş1
01.12.2012Orduspor1 - 2Beşiktaş0
07.12.2012Beşiktaş2 - 2Eskişehirspor2
15.12.2012Gençlerbirliği1 - 1Beşiktaş4
21.12.2012Beşiktaş3 - 1Kayserispor28
Batuhan Karadeniz'in son Beşiktaş karnesi budur.

Kağıt üzerinde istatistiksel olarak bakıldığında beklentilerin çok altında kaldı denilebilecek süreyi bulamadığı net olarak görülebilir. Sahada aldığı süreler içerisinde ne yaptı ki diyenler muhtemelen çoğunluktadır. 68 dakika süre aldığı Karabükspor maçının özetini, tekrarını izlemelerini tavsiye ederim.

Bu postta Batuhan Karadeniz'i kurtarma operasyonu yapmıyorum baştan belirteyim. Ama bu noktada akla gelen bazı sorular var.

Batuhan çok disiplinsizdi, çalışmadı, takımın iç düzenini bozucu hareketlerde bulundu da bizim haberimiz mi olmadı?

Basına yansıyan disiplinsiz hareketlerine bu dönem hiç rastlamadık. Gece hayatı, uçarı hareketlerinden haberimiz olmadı. Hatta Samet Aybaba'nın %100 Futbol programında Batuhan'ı herkesten fazla çalıştırdığını ve onunda bu çalışmaya karşılık verdiğini söylediğini kendi ağzından duymuştuk. Bu tabloda ki yanlışlık nerede ben bunu bir türlü anlayamıyorum.

Batuhan'ın önceden yaşadığı bir sürü saçma sapan olaya rağmen takıma geri çağrılması onun için bi rehabilitasyon programı karşılığında takıma katılabilecek duruma getirilmesi operasyonu değilmiydi?  Bütün bu  durum biliniyorken takıma geri çağrılmasının başka bir amacı olamaz.

Böyle bir olaya kalkışmak başlı başına bir durumken bu durumun ilk günden beri "Batuhan'ın bu son şansı, ya değerlendirir ya gider" şeklinde yaklaşılarak bütün orkestranın Batuhan tarafından çalınması dayatmasının zaten en başında bu operasyonun doğru planlanmadığının göstergesiydi.

Türkiye'nin Balotellisi Batuhan başlığına çanak tutmaktan başka hiç bir geri dönüşüm adımı atılmadı gördüğümüz kadarıyla. "Ya değerlendirir ya gider." Bahsedilen insanın 20-21 yaşında olduğu gerçeğini kimse kabul edemedi.

Beşiktaş gibi "alt yapıdan oyuncu çıkaracağız, genç oyunculara önem vereceğiz" parolasıyla yola çıkan takımların Batuhan gibi potansiyel vaat eden gençlere sırt çevirme gibi bir lüksü olmadığı bir gerçek. Batuhan konusuna karakter, duruş gibi konularla yaklaşan kişilerin bu durumu başından düşünmeleri gerekirdi. Madem bu durumdaki bir genç oyuncuyu kazanma çalışmasına kalkışıldı, bu yapılanlardan sonra fatura kesinlikle Batuhan'a kesilemez. Başarısızlık bu kez Batuhan'a ait değil.

Ortada kurtarılması gereken bir imaj varken, 15 günde 1 Batuhan ile ilgili medyaya demeç veren bir antrenörün buna hiç katkı sağlamadığı ortada. Türkiye'nin Balotelli'si başlığına itiraz edileceği yerde hiç bir karşı adım atılmaması da cabası.

Kupa 5.Tur
12.12.2012Antalyaspor2 - 1Beşiktaş9
Kupa 4.Tur
28.11.2012Beşiktaş3 - 2Ankaragücü441
Kupa 3.Tur
31.10.2012Beşiktaş2 - 1Ofspor64
Kupa 2.Tur
25.09.2012Niğde Belediyespor1 - 2Beşiktaş56
4 maç2173100

Batuhan'ın kupa karnesi de yukarıdaki gibi. Niğde-Ofspor-Ankaragücü gibi takımlara karşı totalde oynanmış 170 dakika. 4 maçın toplamı 2 maç süresi etmiyor. Ki bu maçlarda Aybaba'nın denediği 11ler hep alt yapıdan denenmek için getirilen futbolculardan oluşuyordu. Kurulu bir takımda yer almadığını belirtmek gerekir.

Batuhan takımda kalmış kalmamış, getirildiği günden beri hiç umurumda olmadı. Getirilmesinin mantıklı bir hareket olmadığını düşündüm hep. Fakat bütün bunların olduğu yerde Galatasaray maçında soğuk algınlığı sebebiyle Almeida'nın yokluğunu dolduramaması, Aybaba'nın faturayı Almeida'sızlığa kesmesi ve Batuhan'ın dolaylı olarak suçlu bulunması falan pek hoş gelmiyor göze.

Batuhan gider. Yolu açık olsun. Ama bu kez gerçekten suçlu Batuhan değildi. Yeteneksiz diyemezsin,  potansiyelsiz hiç diyemezsin, ama artık genç değil. Dolaylı olarak karşılaşılan ilk genç oyuncu krizi başarısızlıkla geride bırakıldı.

Umarız her dönem alt yapıdan çıkan futbolcularımız Metin Tekin karakterinde olur da, hiç futbolcu karakterleri üzerine çalışılmak zorunda kalınmaz.

Yolu açık olsun..

Aybaba ve Medya


Galatasaray-Beşiktaş maçı için oynanan futbol üzerinden çok derinlemesine bir analiz yapmak pek mümkün değil. Futbolda uygulanmayan sistem üzerine konuşmak pek mantıklı değil. Denenip uygulanamayan üzerine konuşulabilir ama denenmeyen üzerine konuşmak anlamsız. Herkesin söylediği gibi takım üzerinde çok fazla oynanmış olması ya da 10 kişi Galatasaray'a karşı takımın savruk, ne yaptığını bilmez haldeki durumuna 30 dakika müdahale edilememesi gibi bir sürü eleştiri getirilebilir ama bunlardan önce değinilmesi gereken başka şeyler olduğu bir gerçek. 

Maçtan bağımsız Samet Aybaba ile ilgili söylenmesi gerekenler var diye düşünüyorum. 

Öncelikle şu medya ile haftada bir toplanıp dertleşme konusu can sıkıcı bir hal almaya başladı. Beşiktaş medyaya dertlerinin paylaşılarak, medyanın istediği gibi yönlendirilebileceği bir kulüp olmamalı. Oğuzhan'ı medyaya şikayet etmek,  Batuhan'ı 15 günde bir medya aracılığıyla uyarmak ve defterini medya aracılığıyla kapatmak pek medya-kulüp ilişkisinin sağlıklı bir işleyişi gibi görülmüyor. Hiç yoktan yere kötü oynamadığı bir maçtan sonra Oğuzhan'ı medya aracılığıyla uyarıp, derbiden sonra tükürdü-tükürmedi polemiğinin içine "Oğuzhan bana tükürdü dedi" gibi saçma sapan bir açıklamayla tekrar medyanın kucağına bırakmak mantık dışı. Velev ki Melo Oğuzhan'a tükürmedi, 19 yaşında böyle potansiyeli olan bir çocuğu nasıl medyaya yem edebilirsiniz ki? Hayır tükürdüğü halde, tükürmediği yönünde kanaat oluşturulabilecek bir ortamda neden böyle bir polemiğin içine itilebilir bu yaşta ki bir oyuncu?  Aybaba'nın acilen Beşiktaş'ın antrenörünün medyayla dertleşip kontrolü medyaya  bırakmaktan ziyade, gerektiğinde kamuoyunu yönlendirebilmek için medyayı aracı olarak  kullanması gerektiğini bir şekilde öğrenmeli.

Aynı şekilde hiç haz etmesem de Batuhan'ın "medyanın kucağından bir türlü kurtarılamayıp" sonunda da medya aracılığıyla ayak altından kaldırılması pek hoş bi durum değil. Bir enfeksiyon yüzünden Almeida'nın eksikliğini doldurulamayışını dahi Batuhan'a reçete ederek medya aracılığıyla biletinin kesilmesi hiç hoş bi durum değil. Kendine iyi bakmadı hasta oldu gibi bi mazeret bu durumun kurtarıcısı olamaz kimse kusura bakmasın. Ben Batuhan'ın ne zaman düzenli olarak oynatıldığını ve verim alınamadığını hatırlayamıyorum. Düzensizlik içinde aradan dereden seçilen maçlarda kurtarıcı olarak oynatıldığı maçları kurtaramamak verimsizliğini gösteriyorsa Batuhan'ın profil olarak çok yanlış bir tercih  olduğunu söyleyebiliriz. O rol için Drogba daha doğru bir tercih olabilirdi belki. Batuhan'ın 21 yaşında bir futbolcu olduğu bi türlü kavranamadı. Bunları Batuhan'ın savunulması gereken bir adam olduğu için değil, Aybaba'nın bu durumdaki payı üzerine düşünülmesi gerektiği için yazıyorum.

Kaybedilen Galatasaray maçı sonrası Aybaba'da bir kontrol kaybı gözlemlenebiliyor. Takım kelimesini ağzından düşürmeyen bir adamın medyaya Almeida eksikliğinden dem vurması ve direk olarak faturayı Batuhan'a kesmesi, Oğuzhan'ı medyanın kucağına bırakması bariz bir kontrol kaybı şeması olarak çizilebilir. 

Genç oyuncu, takım sistemi, takım yapısı gibi geleceğe yönelik birçok hamlenin yapılabileceği bir sezonda, dillendirilmese de sürekli şampiyonluk hesabı yapılıyor olması, beklentisi minimum olan taraftarın gerek maç sonrası gerek "medya dertleşmelerinde" şampiyonluğa kanalize ediliyor olması (Aybaba'nın "15 hafta kaldı, bundan sonra ne gerekiyorsa yapacağız" demesi gibi, "gizli amaç") hiçte mantıklı görünmüyor. Uyuyan devi uyandırmaktan başka bir işe yaramadığını düşündüğüm saçma sapan söylemlerde bulunuluyor. Medya aracılığıyla kamuoyunu avucu gibi yöneten Mustafa Denizliyi tecrübe edeli daha 2 gün olmamış bir takımın taraftarı olarak, Aybaba'nın  bu konuda fazlasıyla zayıf olmasının dışında medyaya dizginleri fazlasıyla bıraktığını gözlemleyebiliyoruz.

Aybaba iyi Aybaba kötü, gitsin, gelsin muhabbeti yapmak değil kesinlikle amacım, ama bu eksikliklerin ve yapılan hataların kesinlikle birileri tarafından dillendirilmesi gerekiyor.

Bütün oyuncuların maksimum performansıyla oynuyor olmasını, müthiş bir sistemin getirilmesine, oyuncuların özel yeteneklerine uygun yönetilmesine bağlayamıyorum ben, kimse kusura bakmasın. Almeida'nın takımda kalmaya karar vermesinden sonra artan performansı ve neticesinde takımın artan ileri uç kapasitesi, keza Fernandes'in takıma inancı, Holosko'nun kariyeri için kendisini gösterebilmesi adına son şansını takımın ana elemanı olarak elde etmesi, Oğuzhan'ın müthiş bir alt yapıya sahip olarak gelmesi.... Bütün bunlar Aybaba'nın eksikliğini göstermez ama fazlalığını da ifade etmez. Geçen seneki parası ödenmeyen futbolcular, berbat yönetilen bir kulüp yapısından sonra oluşturulan yeni yapılanmanın sonuçlarının fazlasıyla Aybaba ya yardımcı olduğu aşikar. 

Son maçtan bağımsız olarak, Aybaba'nın sisteme dayalı bir takım yapısı kurmasından çok oyuncuya dayalı bir sistem yaratmaya çalıştığını gözlemleyebiliyoruz. "Bu sene elde avuçta yok, seneye bir sol açık, bir forvet, bir sol bek transfer ederiz DATDİRİDATDAT gol olur yağarız" mantelitesinde olduğunu hissedebiliyoruz. Halbuki bu sezon gelecek sezonlar için hem Beşiktaş adına, hem yönetim adına çok ama çok önemli bir yapılanma fırsatıydı.  Kaçtığı söylenemez fakat gidilen yer, kanalize olunan hedefler pek öyle söylemiyor. 

"Beşiktaş büyük kulüp, büyük kulüp kendi futbolunu oynar, her zaman iddialıdır" gibi söylemlerle belki bugün insanların gazı alınabilir fakat bu zihniyet geleceği kazanmak adına ele geçen bu fırsatı kullanamama gibi bir duruma da yol açabilir. 

Kazanırken her şeyin güllük gülistanlık olması  kaybetmeye başlayınca "ya çok kazanmaya yönelik destekliyor taraftar" isyanına dönüşmemesi için taraftara kazanmaktan başka hedefler için uğraşıldığını göstermek gerektiğinden geçiyor. Maalesef yarın kötü neticeler alınmaya başlandığında Aybaba'dan önce, şurada Aybaba ve takımı savunmak için elimizde pek bir şey kalmayacak gibi görünüyor. Skor taraftarı sayıp söverken "bakın şunlar oluyor" diyebileceğimiz bir argüman bize bırakılmıyor.

Gün geçtikçe artmasını beklediğimiz pozitif taraflar yerine maalesef eksiklikler, hatalar artmaya devam ediyor. 

20 Ocak 2013 Pazar

Futbol Üzerine Dün-Bugün-Yarın


Uzun zamandır yazmak istediğim bir yazıyı dün oynanan Beşiktaş-İBB maçına da atıfta bulunarak yazmaya çalışacağım. Futbolcu, eksiklik, performans üzerine değil daha yoğun olarak taktik ve teknik konulara ilişkin uzun bir yazı olacağını düşünüyorum. Özeti baştan geçeyim ki taktik, teknik de neymiş diyen kalabalığı yormayalım.

Öncelikle futbolun ne kadar dinamik olduğunun farkına varmak, değişim hızının ne kadar yüksek olduğunu kavramak açıkçası çok zor bir durum. Kısa vadede kulüplerin sistemlerinin, oyuncu yapılarının kolay kolay değişmediği seviyede oynanan futbolun değişimi çok radikal olarak gerçekleşmiyor. 14 yaş grubundan itibaren aynı sistemi oynatmaya başlayan ekol yapıların çok çabuk değişemeyeceği gerçeği çok açık. Fakat genel sistem üzerinde değişiklik yapılmadan çeşitli oyuncu profili değişiklikleri ile uzun vadede yapılabilecek değişiklikler sahaya yansıtılabiliyor.Geçen 10-15 senelik süreçte "10 numara" futbolcuya dayalı sistemin nasıl bir dönüşüm geçirerek ortadan kalktığını hepimiz seyrederek gördük. 


Futbolun gelişim sürecinin en önemli parçalarından biri futbolcu kapasitelerinin yükseltilebiliyor olması. Az önce bahsettiğim 10 numara kavramındaki daha çok takım arkadaşlarını besleyen yeri geldiğinde sorumluluk alıp oyunu değiştirebilen yetenekli ayakların, futbolun dinamizmine ayak uyduramayarak aslında futbolun kolektif bir güç paylaşımıyla daha verimli oynandığı gerçeği karşısında ortadan kalktı diyebiliriz. Nu durumu açıklamak gerekirse; güçlenen futbolcu yapısıyla birlikte ortaya çıkan; 90 dakika koşabilen, kanat çizgileri boyunca yorulmak bilmeden hem hücumda hem defansta görev alabilen beklerin ortaya çıkmasıyla, forvet arkasında orta sahanın hemen önünde oynayan "10 numara" kalitesindeki futbolcunun görevi, daha dinamik bir yapı sağlayan iki kanat oyuncusuna paylaştırıldı. "10 numaralı" diğer takım arkadaşlarına göre daha yetenekli kabul edilen oyuncu forvet ya da orta saha da oynatılacak bir fazla futbolcuya dönüştürülerek takımın hem fiziksel hemde defansif olarak mental yapısına +1 futbolcu olarak geri bir dönüş sağlandı. 90 ların çabuk çağ atlamış futbolcusu Roberto Carlos'un kapasitesine ulaşabilen başka beklerin ortaya çıkması ve yaygınlaşması ile beklerin hücumdaki rolleri arttı ve "10 numara" nın görevi takımın diğer oyuncularına paylaştırılmasıyla, 10 numaralar bir nevi rafa kaldırıldı.

Beşiktaş ve Galatasaray'a nazaran daha kalıcı bir 10 numaraya sahip olan Fenerbahçe'nin bu değişimi ne kadar zorlanarak atlattığını görebiliyoruz. Türkiye ligindeki sistemsizlik, dünyada yaşanan gelişmelerin takibinin geriden yapılıyor olması gibi sebepler Fenerbahçe'nin bu değişiklik konusunda bu kadar rahatça zamanını kullanmasında etkili oldu diyebiliriz. Bahsettiğim bekler konusunda rakiplerine nazaran daha şanslı olmasına rağmen, Fenerbahçe, kamuoyunun ve Alex'in taraftar üzerindeki etkisiyle gerçekleştirmekte oldukça zorlandı. Halbuki geç bile kalındığını söyleyebiliriz. Bu açıdan Aykut Kocaman'ı üstlendiği bu misyon ve başarısından dolayı tebrik etmek gerekir. Ve hatta Belhanda transferiyle kamuoyuna verdiği oyuncu profili üzerinden oluşturmaya çalıştığı yeni düzen aslında daha önceden kurgulanmış ve bütün bu oluşturulan futbolcu yapısının ne şekilde tasarlandığının da ipuçlarını veriyor olması açısından incelenebilir.

Bugünün futbol yapısı birazda ekonominin ve paranın yonttuğu yönde ilerliyor diyebiliriz. İtalyan futbolunun ekonomik açıda üst düzeyin altında kalması, bir ekol olarak şu dönemde sahnede olmaması, son yıllardaki İspanyol futbolunun ekonomik olarak büyümüş olması, Almanya futbolunun kulüpleşme açısından yapısal olarak bir temele oturtulmaya çalışılıyor olması, keza İngiltere futbolunun ekonomik olarak aldığı yaralar, aslında genel geçer futbol sistemini büyük ölçüde etkiliyor diyebiliriz. 


2000-2010 aralığının son çeyreğindeki ve günümüz futbolundan bahsetmek gerekirse Mourinho'nun yaptıklarından bahsetmeden geçilemez. Bence gelecek dönemde yaşanacak birçok değişikliğin temellerini atan adam olarak Mourinho'yu bir köşeye koyarak inceleyebiliriz. İnter ve Real Madrid ile Barcelona'nın hegemonyasını ve yenilmezliğini (sadece skor olarak değil yenilmezlik algısını) sarsması çokta kolay iş değildi. İzlediğimiz birçok maçta daha önce hiç uygulanmamış değil fakat günümüz futbolunda uygulanmamış taktiği sahaya yansıtarak, belki uzun dönemli değil ama maçlık başarılarla ortaya koydu. Uzun uzadıya tek tek bahsetmek istemiyorum ama değişen algıyı anlatmak için bu giriş önemliydi diye düşünüyorum. Yüksek motivasyon ve konsantreyle sete set savunmanın aşılamayacağının görülmesi aslında yeni bir dönem başlangıcıydı. Günümüzde çok yaygın olmamakla birlikte bu algı değişikliği gelecek 5-10 yılın yeni düzeninin bir sinyalini verdi diyebiliriz. Sete set hücumda hücum eden takımın defans oyuncusunun rolü ve yapısında yakın geçmişte ve gelecekte büyük bir değişime sebep olacak gibi görünüyor. "10 numara" eksikliğinin giderilmesi gibi defans oyuncusununda eksikliklerinin giderilmesi gerektiği gerçeği ortaya çıktı. 


Açıklamak gerekirse; gelecek dönemin yeni anlayışında yaygın olarak bilinen top tekniği zayıf, savunma dışında takıma katkısı olmayan defans kavramı ortadan kalkmaya başladı. 11 kişi defans durumunda sete set hücum eden takımı karşılıyorken (4 orta saha+2 forvet) 6 kişiyle 11 kişinin aşılamayabileceği bugün ispatlanmış durumda. Daha basite indirgersek savunma setine oturmuş bir takımın savunmasını bozmanın yeni yöntemi; savunma önünde pas yapmak, terse uzun top atmak gibi taktiklerin dışında top tekniği yüksek defans oyuncularını topla geriden hücuma katarak vereceği paslar ya da inisiyatif alarak top kullanması gibi yöntemlerle rakibin savunmasını bozmak üzerine kurulmaya başladığını gözlemliyoruz. Defans oyuncularının orta sahanın hemen arkasında kullanılması, ya da defansif orta sahaların direk defans olarak kullanılması görülmeye başlanan yeni dönem seçenekleri.

Türkiye de henüz iş bu kadar komplike değil tabiki. Biz hala daha Necip Uysal'ın Beşiktaş-İBB maçını katlettiğini düşünüyoruz. Futbolun aslında ne kadar basit bir oyun olduğunu kavrayamıyoruz. Maçtan önce Necip'in kulağına hocasının "Fernandes yok, Oğuzhan'ı çok yalnız bırakma, yardımcı ol" diye fısıldamasıyla kendisine yeni bir rol biçilebileceğini hayal edemiyoruz mesela. Başarabildi ya da başaramadı. Ama sonuçta farklı bir rolü üstlendiğini göremiyoruz. Top kontrolü yüksek olmasının yanında çok çabuk paslaşarak, direk paslarla hücumda var olabilen Webo-Holmen ikilisinin defans ile orta saha arasındaki geçişte bir engelle karşılaşmamış olmaları aslında bütün maçın özetiydi. İBB 2 golü de aynı şekilde buldu. 


Tabi ki bu durumun üzerine gördüğüm kadarıyla takıma gelen eleştiriler, takımın Guinti, Ernst gibi bir ayağa sahip olmadığı yönündeydi. Aslında İbrahim Toraman'ın orta saha oynatıldığı maçlardaki taktiksel alt yapı bu bahsettiğimiz ayaklara yakın bir defansif kabiliyete sahip olan Toraman'ın o bölgeyi doldurabilecek yetenekte olmasıydı. İBB gibi belki de ligin en iyi "bahsettiğimiz bölgeyi" kullanabilen takımına karşı Toraman o bölgede kesinlikle oynatılmalıydı. Ersan'ın eksikliğiyle Toraman'ın defansa çekilmesi mantıksız değil tabi ki fakat takım sahada 5 yabancı ile oynuyorken yabancı defans oyuncusu Escude'nin kenarda oturtulması ve o bölgenin boş bırakılması kabul edilebilir değil. Burada taktiksel bir eksiklik, karşı takıma yönelik maçlık taktiksel önlem alınmaması gibi lakayıt bir kenar yönetim hatası olduğu düşünülmüyor değil. Önümüzdeki dönem ne gösterir bilinmesi zor tabi ama, cm01-02 de takım en başta bi kere kurulmuş sürekli continue ya basılıyor havası var Beşiktaş'ın. Çünkü Holmen-Webo-Doka üçlüsünün o bölgede ofansif rol verilmiş Veli-Necip ikilisine teslim edilmesi ya da edilmemesi anlaşılabilir bi durum değil. 


Galatasaray'ın Kasımpaşa karşısında aldığı mağlubiyet ve o cephede sonrasında yaşanan gelişmeler Galatasaray'ı biraz daha toparlayacak gibi görünüyor. Fakat Galatasaray'a karşı Toraman'ı defansif orta saha olarak oynatacağını düşündüğüm Fernandes'li oturmuş sistemiyle Galatasaray'ın formsuz kadrosuna karşı Beşiktaş, Galatasaray ile kafa kafaya bi oyun sergiler diye düşünmeme rağmen Beşiktaş'ın TT Arena dan 3 puanla dönebilme ihtimalinin az olduğunu düşünüyorum.

6 Ocak 2013 Pazar

Bir İki Üç Gol Yetmez...


Beşiktaş'ın bugün geldiği nokta, ulaştığı seviye sezon başında hayal ettiklerimizin bile üstünde. "Acaba olabilir mi?" dediğimiz her şeyden fazlasını gerçekleştiren bir takım var ortada. İsteğiyle, arkadaşlığıyla dahası kazanma becerisiyle gerçekten görmek istenen bi tablo var. Eksik tarafları yok mu, elbette var. Ama ben sahada var olan Beşiktaş'ta bir eksiklik göremiyorum. Eksikliği, hayal kuran taraftarın 1. haftadaki beklentiyi unutmasında ve yönetenlerin hiç beklemiyorken ortaya çıkan tabloyu olağanmış gibi sahiplenmesinde aramak gerektiğine inanıyorum.

Taraftarıyla, medyasıyla, diğer takım taraftarının Beşiktaş'a olan bakış açısıyla, endüstriyel futbol gerçeklerinin tavan yaptığı bir dönemde ele geçen bu fırsat kolay kolay her takımın başına gelebilecek bi fırsat değildi.  Ortada bir gerçeklik var, bir tarafta 100 yıllık çınar, futbol ekonomisinin göbeğinde duran, milyonlarca taraftarı olan bir takım, diğer tarafta borç batağının dibine saplanmış, elinden tutan olmazsa yok olmaması için bi sebep görünmeyen bir kulüp. Tabi ilk etapta saydıklarımız, diğer ihtimallerin doğmasına pek izin verebilecek cinsten değillerdi. Ya para babaları elinden tutup birkaç dönemde ellerinden çıkacak parayla kulübü çekip çevirecekler, yeni Quaresma'lar, Guti'ler le tekrar kendi reklamlarını yapacakları günleri bekleyeceklerdi ya da kulübün kendi küllerinden doğuracak bir hareket ortaya çıkacaktı. Ve bu ikinci ihtimal şöyle bir dönemde bulunması o kadar zor bir durumdu ki, Dortmund, Arsenal örneklerinin aslında ne kadar da ütopik olmayabileceğini kanıtlamaya kalkışmaya benziyordu. Bir üniversitenin bir futbol takımı üzerinde akademik bir çalışma yapmasına izin verilmesi gibi bir durumdu. 

Bu hareket gerçekten başarılı olabilecek, sırtlandığı misyonu tamamlayabilecek bir hareket mi olacak? Bence takımın şuan ki durumu hiçbir şey göstermez. Sadece bu misyonu yüklenenlere cesaret verebilir, güç verebilir. Ama çokta hoş sinyaller veriyor diyemiyoruz. İlk dönemeçte tekrar bir Fenerbahçelileşme yoluna sapılmayacağının bence bir garantisi yok henüz. Gelebilecek başarı, azalacak borç miktarı birden eskiye geri dönüşü de beraberinde getirebilir. Kaldı ki yöneticiler, antrenör tarafından yapılan birçok açıklamada bunların sinyallerini görebiliyoruz.

Hareketin başlamasından sonra gelen ilk devre arasında, kulübün kanalize olduğu yönde aslında ilk dönemecin hesaplarının yapıldığının işaretlerini vermesi biraz umut kırıcı denilebilir. 33lük Nene'nin kulübün kapısından dönerek Katar'a falso alması, üç ay sonra yarı fiyatına alınabilecek futbolcuya alelacele yatırım yapılması pek iç açıcı göstergeler değil. Ufukta şampiyonluğun ihtimal olarak belirmesi ile kulübün daha ilk etapta dizginleri gevşetmesi, aslında alttan alttan geçmişten kalan bir bilinç altının hala var olduğunu göstermiyor değil.

Diğer taraftan büyük bir başarısızlığın da hedeflenen yapının temellerini atamadan geriye dönüşe sebep olacağı herkes tarafından biliniyor. Ama gelinen nokta, yakalanan başarı yönetime ve teknik heyete daha cesur olma imkanı vermesi gerekirken, şampiyonluğa kanalize olarak hareket etmenin pek doğru olmadığını düşündürüyor. Sol bek için ısrar edilebilecek genç ayaklar varken transfer olmazsa olmaz "bilinç altı" pek hoş görünmüyor. Yönetimin, teknik heyetin isteğine cevap vermesinden daha doğal bir durum tabi ki olamaz. Ama Samet Aybaba'nın Emre Özkan'ı göz ardı etmesi, Tanju Kayhan'ı hiç göz önüne almaması,  Uğur Boral'a haftalarca tahammül etmesi aslında bütün bu düşüncemin temelindeki bilinç kaymasının sebebi olabilir.

Bütün bunlar yönetimin ve teknik heyetin çok büyük yanlışlar yaptığını mı gösteriyor? tabi ki hayır, sadece henüz hiçbir şey olmuş değil gerçekliği göz ardı edilmesin. Kazanılabilecek bir şampiyonluğun da hedefleri değiştirmemesi gerekliliğidir. Gelinen nokta hedef değil. Hedefler için güç ve cesaret veren, geleceği umut ettiren nokta olmalı. Varsın Beşiktaş şampiyon olamasın, varsın şampiyonluk maçında Trabzonspor maçında yaşadığımız hayal kırıklığını yaşayalım. Veli'ler, Necip'ler, Oğuzhan'lar Beşiktaş olsun, Beşiktaş gibi yaşayalım.