Futbol feci şekilde hayata benziyor. Hayat değişmedikçe futbol değişmiyor, futbol değişmedikçe hayat. Kendimden biliyorum, futbolla ilgili anlık verdiğim tepkiler, aslında hayata karşı verdiğim tepkilere ne kadar çok benziyor. Bu koca kalabalığın akli melekelerini kaybetmiş gibi futbolun peşinden sürüklenmesi de aslında bu durumu destekliyor. Biz bir toplumuz ve ne kadar bireysel olarak farklılaşmaya itilsek de toplumdan bağımızı koparamıyor, kalabalıkla birlikte tepkiler veriyoruz. Yüz yıl da geçse, iki yüz yıl da geçse "kelle isterük" iç güdüsü bir türlü yakamızı bırakmıyor. Bu bir toplum mirası ve toplum gelişmedikçe şekil değiştirip değiştirip karşımıza çıkıyor.
Takım başaramadı... Kelle isterük.
Antep maçından sonra, Akhisar maçından sonra ve Konya maçından sonra attığım twitlere, o anki düşüncelerime bakıyorum, sadece ne kadar üzüldüğümü değil, ne kadar kontrolsüzce düşündüğümü görüyorum. Biliç gitmeli! Neden çünkü başaramadık. Başaramamanın bir faturası olmalı. Bu fikir zihnimize kazınmış olmasına rağmen, son bilmem kaç aydır bilinç altımıza da ittiriliyor. "Beşiktaş başaracak, başaramazsa da Biliç efendi gider" sanırım son 3-4 aydır en çok duyduğumuz içinde Biliç geçen cümle. Kelle isterük. Aslında hepimiz durumun farkındayız. Şampiyonluğun gidişinden çok bir rüyanın bitecek olmasına tepki verdik en çok. Kaldı ki başarabiliriz'in, başarmalıyız'a dönüştüğü günler çok uzağımızda değil. X ya da Y, bir şeyler başarısız olmamıza neden oldu. Şuan beni ilgilendirmiyor, daha doğrusu maçı kaybettiğimiz anda ki kadar ilgilendirmiyor.
Biliç, Önder Özen ile birlikte bize başka bir düzenin var olabileceğini hayal ettirdi. Aslında ne kadar da bizdendi Biliç. Bu kadar mı uyar bir kulüp, bir taraftar, bir teknik direktör birbirine. Her şey rüya gibiydi. Biliç ile geçirdiğimiz dönem, son 10 yılda beni Beşiktaş'a en çok çeken ve en önemlisi de en çok ait hissetmeme sebep olan dönem oldu. Hatalar yapıldı, başarılar kazanıldı. En çok bu dönemde üzüldüm ve en çok bu dönemde sevindim ben. Çünkü bu çocuklar bizim çocuklarımızdı ve teknik direktöleri de bizden biriydi. Yeri geldi saha kenarında bizim gibi davrandı, yeri geldi duygularımıza tercüman oldu. Bazen ne kadar iyi bir antrenör olduğunu gösterdi bize, bazen de eh be biliç dedirtti ama hiç yabancı biri gibi gelmedi bana. Şimdi düşünüyorum, saha kenarında Biliç olmayacak mı yani bir daha, takımla birlikte hop oturup hop kalkamayacak mı yani, milletin saçmalıklarına COME ON GİVE ME A BREAK diyebilecek bir antrenörümüz olmayacak mı yani?
Geçen süreyi, süreci düşünüyorum; üzüntüsüyle, sevinciyle bu takım, bu antrenör bana aitti, Hiç burun kıvrılacak, yüz kızartacak, yeter artık dedirtecek bir şey yaşamadım bu iki senede. "Yol hedeften önemlidir" der bir belgesel, yolumuz güzeldi, ki bence henüz bitmedi. Bunları yazdığım anlarda bir yönetim kurulu toplantısı var ve muhtemelen bittiğinde Biliç ile yolların ayrılacağı açıklaması yapılacak. Şu satırları yazarken hala Biliç'in Beşiktaş'ın antrenörü olması benim için mutluluk verici. Biz, bu ülkenin insanları yolun değerini hiç bilemedik. Beşiktaş ile yürüdüğüm en güzel yolu bu adamlar sayesinde ve bu adamlarla birlikte yürüdüm ben. Jurcevic'inden, Edin Terzic'ine kadar her şeyiyle güzel iki sezon geçirdim. Biliç'e showman dediler, bir kez bile yaptıklarının show olduğuna inanmadım. Hiç show yaptığını da düşünmedim.
Eksik var mı? Vardır. Eksiksizlik bir iki günlük iş değil. Kapasite meselesi de bir yandan. Mustafa Denizli'nin kapasitesi daha yüksek olabilir, ama biz başaracaksak, Biliç ile başarabilseydik keşke. Aidiyetli başarı, benim nazarımda aidiyetsiz başarıdan çok daha büyük.
Biliç oturup dinlenmeli. Yönetimsel sıkıntıları mı var, ki öyle olduğu röportajlarında %100 görülebiliyor, halledilsin. Zaten şu son üç haftanın tümüyle Biliç'in hatası olmadığını biliyoruz. Kelle isterük'çülüğü bir kenara bırakalım. Nasıl düzeltebiliriz, tekrar nasıl motive edebiliriz ona bakalım.
Yol hedeften önemlidir! Yolumuz güzel yol. En az bir senesi daha olsun Biliç'in. Elden bir şey gelmiyor ama benim gönlüm Biliç'in yeni stada antrenör olarak çıkmadan gitmesine el vermiyor. O stadda "oOoOoOo Slaven Biliç, oOoOoOoOo Slaven Biliç" tezahüratını duymadan gitmesini isteyemiyorum. O anın hayali bile mutlu etmeye yetiyor beni. Varın Biliç ile devam edelim. Gönüller bir olunca, bir yol yordam buluruz elbet.